• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/profile.php?id=666228323
  • https://twitter.com/durancetin
Site İçeriği

Kültür Dünyamız videoları

BURSA

Bursa Osmanlı Beşiği

 Her şeyden önce Bursa’yı anlatmanın farklı bir yeri, farklı kalıpları, farklı kapısının olması gerektiğini söylemeliyim. Zira Osmanlının devlet oluşuna aralanan kapısıydı Bursa. Cihan devleti temellerinin atıldığı zaman ve mekânın maneviyatla yoğrulduğu teknedir Bursa. Bu teknede özünü bulan, özleşen, özü sağlam gelecek inşasının temelleri kolay kolay sarsılmayacak kadar sağlam bir kuruluştu yaşanan. Hayat anlayışlarını biçimlendiren, ortaya koyan, yaşanılabilirliliğini gösterenlerin mekânıydı Bursa. Mekân burası olunca anlatımın zorluğu ortadayken başlıyorum gezi yazıma.

Ve puslu bir hava var Bursa’nın üzerinde. Alışık olmadığım bir hava bu. Caddeler sokaklar modern bir şehrin canlılığını, diri oluşunu ortaya koyuyor. Trafik yoğun, yeni açılan caddeler geniş, modern iş merkezleri şehrin farklı yerlerine dağılmış. Bursa, dağın yamacına doğru kurulmuş, sonra düzlüğe, ovaya inmiş bir şehir. Gezimize Osmanlı’nın yaşadığı Uludağ’ın yamaçlarından başlıyoruz.
Gezimizin ilk durağı 1. Murad Cami:

Camiden önce 1. Murad hakkında bilgi vermek gerekir sanırım: 1. Murat diğer Osmanlı sultanlarından farklı olarak savaş meydanın şehit edilmiş bir sultan. Savaştan savaşa koşmuş, cephe hayatı olmuş. sevdası hep maneviyat sırlı olmuştur.  Sultan Birinci Murad 1326'da Bursa'da doğdu. Babası Orhan Gazi, annesi Nilüfer Hatun'dur. Sultan Birinci Murad, fethettiği yerlerde yaşayan Hıristiyan halka Papa'dan daha iyi davrandığı için onların sevgisini kazanmıştı. Hatta onun zamanında sadece Bursa'da bile 3 kilise ve 1 sinagog yapılmıştır. Türklerin Balkanlardaki ilerlemeleri yeni bir Haçlı seferinin düzenlenmesine sebep oldu.  Türk Ordusu ilerleyerek Kosova'da Haçlılarla karşılaştı. Üstün haçlı ordusu Sultan Murad Hüdavendigar'ın kurdurduğu "Topçu Ocağı"nın kullandığı topun etkisi ile dağıldı.1382 yılından itibaren "Murad Hüdavendigar" diye anılan Sultan Birinci Murad, Birinci Kosova Savaşı'ndan sonra savaş alanını gezerken, Sırp Kralı Lazar'ın damadı tarafından hançerlenerek şehit oldu (1389). Anadolu'dan Rumeli'ye durmadan dinlenmeden seferler yapan Sultan Murad Hüdavendigar, bizzat katıldığı 37 savaşın hepsini kazanıştır. 

1 . Murat Cami bana göre  hayli ilginç. Mısırda görülen cami mimarisi ile örtüşüyor. Osmanlı’nın Mısır’da yaptığı cami mimari örneğinin belki de anası burası. İki katlı ve minaresi Osmanlı’nın bu dönemden sonraki yaptırdığı camilerden de oldukça farklı. Hatta bu eserlerde dikkatimi çeken bir hususta caminin Konya’daki Selçuklu medreselerini andırır yapısı buranın okul olarak kullanıldığı gibi bir duyguya yöneltiliyor. Duygularınızın yanıltmadığını araştırınca anlıyorsunuz. Bu cami, devletin merkezi, okul, devlet işlerinin yürütüldüğü daire, ibadethane, yani sosyal hayatın tam merkezi denebilir. Padişahı oturduğu yer, evi, öğrencilerin odaları, halkın işlerinin görüldüğü devlet hizmetleri, hepsi aynı yerde ve padişahın gözü önünde cereyan ediyor. Bunu düşününce insan, “muhteşem” kelimesi durumu anlatmada kifayetsiz kalıyor. Halk ile iç içe bir sistemin yüzyıllar boyunca ayakta kalmış olmasını bu düşüncelerle daha rahat anlayabilirsiniz.

Altın yaldızlı mihraptan gözleriniz alamayınca caminin duvarlarında, odalarında sultanın oturduğu mahfilde, kubbelerde geçmişin azametini, haşmetini, sosyal dokusunu arıyorsunuz. Günümüzdeki Osmanlı torunlarının yaşam şekilleriyle kıyaslama isteğiniz bir anda kayboluyor ve siz o ihtişamlı dönemde kalmayı tercih ediyorsunuz.

Tarihin derinliklerinde ve caminin ortasındaki yıldızları, güneşi, ay ışığını gören havuzun başında soluklanırken bir dönemin dünyayı titretenlerin, idare edenlerin yaşadığı mekâna ortak olmakla iliklerinize kadar ürperiyorsunuz. Size güzel bir mesaj veriyor mekân: “Güzelliklerle anılacak bir hayat yaşamalısın…” Bursa camilerinin çoğunda gördüğümüz ters T planı ne kadar cana yakın, ruha yakın, dimağa yakın olduğunu düşünmeden de edemiyorsunuz. Belki bu yakınlık padişahların bu manevi mekândaki soluklanmayı paylaşıma açmış olmasından kaynaklanıyor. Belki de ruhumuzun arzuladığı içtenlik ve inançtaki içselliğin amacı da bu… Orada geçirdiğim hayal gibi bir onbeş dakikanın arkasından yine sağıma soluma dikkatle bakarak tarihin, dedelerimizin cihan devletinin bana fısıldadığı, uyardığı, yol verdiği bir im, işaret ve uyarı bekliyorum, gözlüyorum, arıyorum. Bu izlekte yol alırken karşıma dikiliveren, uyaran sade bir yapıyla sarsılıyorum. 1. Murad Türbesi: Kapıdan içeri daldığınızda sadece sükûnet görüyorsunuz. Ferah bir mekânın tam ortasında kocaman bir sandukanın ayak dibinde okuduğunuz küçük bir yazı: 1. Murad. Hepsi o kadar. Dünyada yaptığı hayırlı işleri düşündüğünüzde burada yatıyor olmasını yakıştıramıyor, dünyayı titretenlerin sonunda özüne döndüğünü, döndürüldüğünü düşünüyor ve dualar dökülen dudaklarınızın mütemadiyen kıpırdadığını hissediyorsunuz.

Zaviyelerin temellerini atan insanın, sosyal duyarlılığının ne derece ilerde olduğunu anlamanız çok zor olmuyor. Zira zaviyelerin kuruluş amacının toplumdaki muhtaçların tespiti ve ihtiyaçlarının giderilmesidir. Bu sistem içerisinde içten ve dıştan gelecek olan yıkıcı faaliyetlerin tespiti açısından da önemli çalışmalar da bu teşkilat tarafından yürütülmüştür. Çekirge denilen bu bölgeden, Bursa düzlüklerine hâkim tepeden bakan bu mekânlarla şimdiye kadar kıyıda köşede kalmış geçmişimizi hatırlamanın ve sarsıcı bir şekilde kimliğimizin belirleyici unsurlarını tadıyor olmanız size keyifli anlar yaşatmaya yetiyor.

 

Muradiye Külliyesine uğradığımızda hemen yakınında bulunan Osmanlı Evine doğru yürüdük. Osmangazi belediyesince restore edilmiş. Bodrum, zemin ve 1.kattan oluşuyor. Bir bahçeden geçiyorsunuz ve tahta merdivenlerden eve giriyorsunuz. Zemin kat dar ve oldukça basık. Birinci kat geniş ve yüksek. O günün hatırasına oluşturulmuş odalarda haremlik selamlık uygulaması dikkati çekiyor. Odalarda balmumu heykellerinden oluşturulmuş mankenler kısmen dönem hakkında bilgi veriyor. Ama Osmanlı ihtişamını, Osmanlı yaşamanı daha rahat ve geniş anlamda ifade edecek görsellerle desteklenmesi gerektiği gerçeği apaçık ortada duruyor. Osmanlı demek sadece nargile demek değil herhalde. Osmanlı halkının günlük yaşamını zengin görsellikle ortaya konulmalıydı. Restorasyon daha çok olmalı ve sosyal hayatın nasıl olduğu bir dizi halinde farklı evlerde sunulabilmeli ki, gezenler o dönem hakkında bilgi sahibi olabilsinler.

Duvar, tavan ve yüklük olarak kullanıldığı anlaşılan dolapların süslemelerinin güzelliği gözden kaçmıyor. Osmanlı kültür sanat güzelliğini yansıtıyor.

Muradiye külliyesinin hemen yanında duran zamanın sağlık kuruluşu olan darüşşifaya dıştan bakıp geçiyoruz. Karşımızda belki de en büyük külliyelerden birisi olan Bursa’da Osmanlı Sultanları tarafından yaptırılan son külliye duruyor: Muradiye Külliyesi. Muradiye Külliyesi, Sultan 2. Murad tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılmış ve içinde bulunduğu semte ismini vermiştir. Külliye; cami, hamam, medrese, imaret ve külliyenin bahçesine daha sonraki yıllarda yapılan 12 türbeyi içerir.  Bu türbeler Türk İslam dünyasının sayılı türbe topluluklarından birisidir. Şehzade Mustafa, Fatih’in Napoli’de sürgünde ölen oğlu Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim'in kardeşi Şehzade Ahmet gibi şehzadelerin türbeleri burada bulunuyor. Türbeler içinde en süslü mimarisiyle Cem Sultanın türbesi farklılık gösteriyor.

Külliyenin merkezini Muradiye Camii oluşturur. Giriş cephesi görkemli, diğer cepheleri sade. Sadaka taşının daha sonraki tamiratlarda cami duvarına yerleştirildiğini öğreniyoruz. Küçük oğlum ve  kızımın dikkatini en çok sadaka taşı çekti. Konuyla ilgili bir çok sorularına muhatap oldum. Sadaka taşına zenginlerin bıraktıklarını fakirler ihtiyaçları kadar alıyorlardı. Bir ara o kadar para çoğalıyor ki, aşevine para aktarılmaya başlanıyor. O dönemdeki yardımlaşma duygusunun güzel örneklerinden biri olarak hatıralarımızdaki yerini koruyan sadaka taşına bir süre bakıyor ve yürüyorum.

 Külliyedeki türbelerin en büyüğü ve en eskisi olan 2. Murad Türbesi caminin görkemli girişinin hemen karşısındadır.  1451’de Edirne’de hayatını kaybeden sûfi bir Sultan olan 2. Murat, 1443’te kaybettiği büyük oğlu Alaaddin’in yakınına gömülmek istediği için cenazesi Bursa’ya getirilmiş ve küçük oğlu Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan bu türbeye gömülmüştür. Türbenin kubbesi, 2. Murat’ın vasiyeti gereği mezarın yağmur sularıyla ıslanması ve ay ışığını görmesi için vasiyetine uygun olarak hazırlanmış, gökyüzüne açık olarak yapılmıştır. Bir de dikkatimi çeken mermerden yapılmış mezarın içinin toprakla dolu olması. İşin aslı hoşuma da gitti hani. Yer ile yeksan olmak, bütün dünyalıkların anlamsızlığı, esas olanın toprakla başlayacağı gibi düşünceler bir süre beni meşgul etti, düşündüm… Zaten gezmekten maksat ibret almak değil midir?

Diğer türbelerin çoğu Fatih ve 2. Bayezıd devirlerine aittir.  Fatih Sultan Mehmet’in annesi Hüma Hatun, ebesi Ebe Hatun, ilk eşi Mükrime Hatun Türbeleri Muradiye Külliyesi’nde yer alan diğer türbelerden bazıları.

Türbeleri gezdikten sonra arka kısımda kalan mezarlığa göz atmanızda faydalar var. Burada Osmanlı mezar taşarlı sanatını görebilirsiniz. mezar taşları açık müzesini gibi karşınızda duruyor olması faniliğinizi bir kez daha anlamanız için yeterli oluyor.

Muradiye Medresesi, Bursa’daki en güzel medrese olarak bilinir.  Bir avlu etrafında sıralanan 16 küçük odadan oluşmuştur. 1951 yılında restore edilerek günümüzde kullanılıyor olması tarihle günümüzün mezcedilmesi açısından fevkalade önemlidir. Keşke bütün tarihi yapılar aslına uygun güçlendirmelerle günümüzde de kullanılıyor olsa diye düşünmeden edemiyorum. Bu mekânların soğuk bir şekilde kullanımdan uzaklaştırılması haksızlık yaptığımız düşüncesini de beraberinde getiriyor.

Muradiye caminden diğerlerinde olan havuzunun olmadığını öğrenerek çıkıyorum. Yıllanmış ağaçların arasına gizlenmiş camiye bir kez daha bakıp bizi bekleyen otobüse doğru yürüyorum.

Otobüsten Tophane Parkının önünde indiğimde, yazarlık damarım kabardı. İçimden buradan şöyle güzel Bursa’yı seyrederken tarihin derinliklerine Orhan Gaziye, Osman Gaziye içsel yolculuklarla büyük çınarların koyu gölgesinde ya da 1906 yılında yapılmış 6 katlı Bursa Saat Kulesinin dönen gölgesinde çayımı yudumlarken bir roman yazsam, düşüncesi içimden geçiverdi. Mekân uygundu. Parka girişin solunda Osman Gazi, sağında Orhan Gazi türbeleri tarihteki haşmetine inat sade ve alıcı bir şekilde duruyor. Saat kulesi Bursa’ya tepeden bakıyor, ramazanda toplar buradan iftar müjdesi atıyor… Daha ne ister insan? Bir de Bursa’yı seyretmek, dürbünle bakmak, panoramik görüntüsünü hayran hayran izlemek romanım açısından herhalde ilham kaynağı olurdu.

Rehberin haydin gidiyoruz sözüyle kendime geldiğimde başka bir tarih senedine doğru yola çıkıyoruz. Kim bilir bir gün buraya gelir günlerce kalır bir roman yazarım.

Osman Gazi Türbesi, Bursa Tophane semtinde, Park girişinin solunda, Şehitlik Anıtının yanında tarihi bir vesika gibi duruyor. Osman Gazi Söğüt’te öldüğü zaman babası Ertuğrul Gazi’nin türbesine gömülmüştür. Bursa’nın Türklerin eline geçişinden sonra cesedi Bursa’ya getirilerek Bizans dönemine ait Saint Elia (Gümüşlü Kümbet) Kilisesine gömülmüştür. 1863’de bugünkü türbeyi Sultan Abdülaziz yeniden yaptırmıştır. Sekizgen planlı, kalın duvarlı türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür.

Orhan Gazi Türbesi Tophane Parkı girişinin sağında, Osman Gazi Türbesi’nin karşısındadır. Bizans döneminde tarihlenen Saint Elie Kilisesi kalıntısı üzerine yapılmıştır. Osman Gazi türbesi ile kare planlı Orhan Gazi türbesi aynı çatı altında iken 1855 depreminde yıkılmış, 1863’de Sultan Abdülaziz tarafından yenilenmiştir.

Pınarbaşı parkında sıcaktan yorgun düşmüş vücutlarımızı dinlendiriyor ve soluklanıyoruz. Soluma bakıyorum bir mezarlık, ağaçlar içinde yeşil cennetini andırıyor sanki. Buradaki suyun çok güzel olduğu uyarısıyla defalarca çeşmeden su içiyorum, kana kana, doya doya…

Bunaltıcı sıcağını azaltmak için oturduğumuz bu parkta Bursalı bazı arkadaşlarla konuşma imkânı buldum. Bunlardan birisi rehberliğimizi de yapan İlhami Gözgeç beydi. Bursa’yı güzel anlatabilmek için büyük bir gayret gösterdi. Bursa’nın kültürünün derinliklerinden bahsetti. Bursa’nın güzelliklerini anlatmaya çalıştı. İnanç Dolaştırlı beyi de Bursa konusunda inanmış gördüm. Onun derdi de Bursa’yı anlatmak, tanıtmak.

Etrafıma bakınıyorum çamlar çınarlar palmiyeler var. Ağaçlar sadece bundan ibaret değil elbette. Erguvanlar, dut ağaçları…

Kendisine sorduğum Bursa ile ilgili üç şey dediğimde: Tarihi doku, yemek kültürü, ipek yolu ticaret, dedi.

Hemen yanımdaki Bursalı bir çocuğa aynı soruyu yönelttiğimde: Uludağ, botanik parkı ve Cumalıkızık’taki orta boy erikler, dedi.

Bana göre Bursa’yı anlatacak üç kelimeyi yazımın sonunda yazacağım.

Bu parkta aperatif olarak öğle yemeklerimizi yedikten sonra bir başka tarih senedi için otobüsümüzdeki yerimizi alıyoruz.

Modern şehir görüntüsü eşliğinde Yıldırım ilçe sınırları içinde olan Emir Sultan’a doğru hareket ediyoruz.  Emir Sultan Külliyesi, Bursa'nın simgelerinden ve inanç turizmi açısından şehrin en önemli ziyaret noktalarından biri. Düğünlerde ve sünnetlerde Bursalıların  gelip dua ettiği bir yer. Emir Sultan'ın eşi Hundi Hatun tarafından 1. Murat devrinde yaptırılan külliyede cami, Emir Sultan'ın türbesi ve hamam yer alır.

 Hundi Hatun'un yaptırdığı türbeden günümüze bir şey kalmamış, şimdiki türbe Sultan Abdülaziz tarafından 1868 yılında yaptırılmış.  Emir Sultan türbesinde Emir Sultan, eşi Hundi Hatun, iki kızı ve oğlu Emir Ali yatar.

 Emir Sultan, Osmanlı Devleti kuruluş döneminin (1. Beyazıt, Çelebi Mehmet, 2. Murat dönemlerinde yaşadı) ünlü din adamı Seyid Emir Buhari'dir. Din âlimliğinin yanında devlet adamlığı ve asker yetiştirmedeki özelliklerini de atlamamak gerekir.

 Buhara doğumlu Emir Sultan, öğrenim görmek için Mekke'ye gitmeyi planlarken gördüğü bir rüya üzerine Anadolu'ya doğru yola çıkmış ve Bursa’ya yerleşmiş.  Padişahların sefere çıkmadan önce ziyaret edip duasını aldıkları, Yıldırım ve 2. Murat'a kılıç kuşatan çok saygın bir insandı. Emir Sultan,  Anadolu'nun Müslümanlaşmasında etkili olmuştur. Müritleriyle birlikte 1422'deki İstanbul kuşatmasına da katılmıştır.

Cami avlusundaki havuz ve güvercinleriyle unutulmayacak olan Emirsultan Bursa’da mutlak görülmesi gereken yerler arasındaki yerini sağlam tutuyor. Öğle namazını Emirsulatn’da kıldıktan sonra yola düşüyoruz, hedefimizde çok önemli bir tarih köşesi var: Bursa Yeşil Cami.

Uğrak yerimiz daha önceden defalarca methini duyduğum Yeşil Camii. 1419-1420’de Çelebi Sultan Mehmet tarafından yaptırılan caminin süslemeleri, 1424’de II. Murat dönemine ait. Süslemede kullanılan yeşil firuze ve çinilerden dolayı Yeşil Cami olarak tanınan caminin mimarı Hacı İvaz Paşa’dır.

Planı ters T şeklinde, iç kısmı sekiz bölüme ayrılmıştır. Mihrabın bulunduğu kubbeli kıble eyvanıyla yan eyvanlar, ortadaki üzeri kubbeli esas mekâna açılır. Esas mekânın ortasında bir şadırvan yer alır; bunun üzerinde kubbede aydınlık feneri bulunmaktadır. Üst katta ortada hünkâr mahfili, bunun iki tarafında saray daireleri, alt katta Osmanlı yöneticilerine ait mahfiller vardır. Caminin bütün duvarları üç metre yüksekliğine kadar koyu yeşil, açık ve koyu mavi çinilerle kaplıdır. Büyük mihrabı baştan başa çinilerle örtülüdür.

Caminin yarım kaldığı kulaktan kulağa duyulmasına rağmen bunu yanlış olduğu iddiaları da mevcut. Ama ben sanki yarım bırakılmış hissiyle doluyorum. Son cemaat mahallinin yok oluşu, pencere kenarlarındaki süslemelerin yarım kalışı bu hissimi güçlendiren unsurlardan. Yeşil cami gerçekten görülmeye değer bir eser. Yeşil kubbenin tamiratta olması sebebiyle giremiyor, sadece dışından bakıp geçiyoruz.

Bu kadar yorgunluğun ancak parkta dinlenerek geçirileceği düşüncesiyle hayvanat bahçesi ve botanik parkını da dolaşıyoruz. Dinleniyoruz bir süre. Boş zamanı çok olanlar için gezilebilir özelliği olan bu mekânlar için kısıtlı zamanı ayırmak gereksiz diye düşünüyorum. Ama yorgunluk, stresten uzaklaşmak, dinlenmek için gidilebilir.

Ve günün son mekânı herkesin beklediği Ulucami.

Kapalı çarşıdan geçip yukarı doğru ilerlerken şehrin canlılığına şahit oluyorum. Kapalı çarşının ara sokakları tıklım tıklım insan dolu. İlginç, hoş mekanlar buralar. Alışveriş için vakit bulanlara tavsiye ederim. Hem değişik, hem bir çok şeye ulaşma imkânı var.

Ulucami’nin minaresini görünce adımlarımı sıklaştırıp bir an önce camiyi görmek istiyorum. Caminin önüne geldiğimde irkiliyorum. Evliya Çelebi’nin ifadesi ile Bursa’nın Ayosofayası’nın önünde inanılmaz duygular yaşıyorum.

Muhteşem bir görüntü, azametli bir yapı. Belki de Bursa da beni etkileyen en önemli yerdi Ulucami. Aklıma Şam’da gördüğüm Emevi cami geldi. Her nedense orayı hatırlattı bana, belki de buna sebep Ulucam’inin ihtişamıydı. Merdivenlerden çocuklarımla birlikte çıkarken heyecan duyduğumu itiraf etmeliyim. Ortasındaki havuz çok çekici. Havuzla ilgili hikayeye yer vermeyeceğim, yalnız güzelliğini ferah bir iç mekanın varlığını tekrar etmek görevim sanırım. İkindi namazı kılıyoruz, oturup dinleniyoruz.

Havuzun yanı başında otururken önceden haberleştiğimiz dostum şair Cevat Akkanat Bey geldi. Birlikte çıktık Ulucami’den. Ulucami’nin hemen önündeki Emirhan’a gittik. Ihlamur ağaçlarının altında çayımızı yudumlarken biraz edebiyat biraz Bursa sohbeti yaptık. Birlikte Kozahan’ı gezdik. Kozahan, Bursa şehir merkezinde Orhan Cami ile Ulucami arasındaki alanda yer alan muhteşem görünüşlü bir han. İpek böceği kozaları yakın zamanlara kadar burada satın alındığı için Kozahan adını almış. Tarihte, İpekyolu’nun Anadolu’daki en önemli duraklarından birisi olmuş; çarşıda halen ipek ticareti yapılıyor. Dikdörtgen bir avlunun çevresinde yer alan iki katlı bir yapı olan Kozahan’ın 95 odası var. Hanın içinde geniş bir avlu, avlunun tam ortasında ayaklar üzerinde duran küçük bir mescit altında da bir şadırvan bulunur. İnsanların bu avluda oturup çınar gölgesinde çay-kahve içtiklerini, sohbet ettiklerini söylemem güzelliğini anlatmak için yeter sanırım.

Cevat beyle ayrıldıktan sonra akşam namazını kılmak için Ulucami’nin yolunu tuttum. Ulu Camii,  Osmanlı Devleti’nin dördüncü hükümdarı Yıldırım Bayezıd tarafından mimar Ali Neccar'a 1396-1399 yılları arasında yaptırılmış. Caminin iki minaresi var. Kuzeybatı köşede yer alan minare cami ile birlikte Yıldırım Bayezıd döneminde inşa edilmiş; kuzeydoğudaki daha sonra yaptırılmış. 2215 metrekare alan kaplayan Ulu Cami, her biri dörder kubbeli 5 bölümden oluşur. Hemen hemen eşit büyüklükteki 20 kubbesinin ortasındaki kubbe açık olarak yapılmıştır. Telle örtülü bu orta kubbeden giren yağmur damlaları havuzda toplanır, ışık ise camiyi aydınlatırdı. Günümüzde kubbe camekanla kaplı olduğunda yağmur suyu toplama işlevi yok olmuş ama aydınlatma görevi devam etmektedir. Ortadaki kubbenin altında havuzlu, 18 köşeli bir şadırvan bulunur. İçindeki şadırvan ve duvarlarında yer alan dev boyutlardaki yazılar, Ulucami’nin kendine özgü özellikleridir. Namaz kılma alanı bakımından Türk tarihinde yapılan en büyük camidir. Yapılmasını teklif eden Emir Sultan; ilk namazı kıldıran Somuncu Baba; ilk cemaati Emir Sultan, Molla Fenârî, Yıldırım; ilk imamı Süleyman Çelebi; müezzinlerinden birisi Üftade’dir. Mevlit yazarı Süleyman Çelebi ömrü boyunca Ulucami’de imamlık yapmıştır.

Birinci gün gezimiz Ulucami de son buldu. Dinlenmek üzere bizi misafir eden İnegöl İlim Yayma Cemiyeti yurduna döndük.

İkinci gün daha az yoğunlukta bir planla otobüsümüzdeki yerimizi aldık. İlk yer Cumalıkızık. Cumalıkızık Köyü, Bursa’nın 10 km. doğusunda, Uludağ’ın eteklerinde 700 yıl önce kurulmuş bir Osmanlı Vakıf Köyüdür. Evler genelde 3 katlı. Mahremiyeti korumak için evlerin dışarıdan içi görülmeyecek şekilde inşa edilmiş; pencereler kafesli ve cumbalı. Evlerin çoğunun iki kanatlı ceviz kapıları var. “Kınalı Kar” adlı dizinin köyde çekilmesi, Cumalıkızık'ın tanınmasında büyük rol oynamış. Köyde en son “Yeşeren Düşler” adlı dizi çekilmiş.

Köy meydanından taş döşeli yoldan ilerliyoruz. Köylüler artık işletmeci olmuş. Gelen turistlere turistik eşyalar, el işlerini köy girişinde sağlı sollu meydan boyu uzanarak satıyorlar. Satıcılar böğürtlen ve dut satmak için yarış halindeler. Gözleme satan, köy kahvaltısı hizmeti sunan bir çok köy işletmesi var. Bu taşlı yollar kızımın çok hoşuna gitti.  Oğlum da böğürtlenleri çok sevdi. Çınarlar altında çay içmek, yüzyılların izini taşıyan bu dar sokaklarda yürümek, köy çocuklarıyla sohbet etmek, köylülerin hayatlarıyla ilgili konuşmak farklı bir tat veriyor insana.

Hedefimiz artık yukarılar yani Uludağ. Otobüsümüz bir yılan gibi kıvrılan yollarda giderken Osmanlı Devleti'nin ilk köylerinden olan İnkaya Köyü’nde durup tarihi çınar dedikleri yere doğru yürüdük.

İnkaya Çınarı, Türkiye'nin en yaşlı çınarı olarak biliniyor. 35 metre boyu 9.2 metre çevresi vardır. Her bir dalı 3-4 metre kalınlığında bir ağaç büyüklüğündedir. 610 yaşındadır.

Namını duyduğumuz çınarın altına geldiğimizde ağacın büyüklüğü ile ürperiyorsunuz adeta. Ama birden canım sıkılıyor. Artık her şey işletmeciliğe dönmüş. Tabi çınar gölgesinde çocuklarımla beklemek, oturmak imkanını bile vermiyorlar. Lokanta olmuş oraları hep. Masalarda insanlar yemek yiyor. Yani yemek yemeden ağaca yakın olmak uzun süreli mümkün görünmüyor. Bu hoş bir durum değil. Bir kısmı işletme olarak kullanılabilir belki ama bunca insan oraya uğrayınca keyfince gönlünce oturup zaman geçireceği imkâna da sahip olmalı diye düşünüyorum. Orada fazla durmuyorum. Camiye doğru yürüyorum. Caminin önünde oturan bir amca ile konuşuyorum. Amca belediyenin caminin önüne kahve yaptığını anlatıyor. Dedikleri tamamen doğru. Bir huzur mekanı olmaya aday yeşil alanın kahve yapılması kadar anlamsızlıklar köyde devam ediyor. Osmanlının ilk kurduğu köylerden olan İnkaya’ ya gerekirse devletin tarihe saygı adına sahip çıkıp tabi güzelliklerin çarçur edilmesine, herkesin kafasına göre sahiplenmesine engel olması beklenir. Millete mal olmuş yerler, milletin hizmetinde olmalıdır muhakkak. Osmanlı hatırasının para hırsı ve ekonomiye kurban edilmesinin önüne geçilmelidir.

ULUDAĞ

Bu karmaşık düşüncelerle otobüs har tarafı yeşil denizi olan dağ yolunda eğri büğrü asfalt yoldan devam etti. Yükseklik arttıkça ağaçların çeşitleri de değişti. Çamlar, meşe, kestane ve diğerleri… yeşil yeşil yeşil…

Arada bir dağların içinde ormanların arasında boy gösteren villalara rastlamanız mümkün. Bu yapıların çoğalması endişesinden uzak kalamıyorum her nedense.  Uludağ milli park alnını geçip zirveye doğru yolumuza devam ettik. Teleferiğe binme isteğimizi uzun süre bekleme gerçeği yok edince, gittiğimiz otobüsle geriye dönmek zorunda kaldık.

Artık gezinin sonuna geldiğimizi ve Osmanlı başkenti Bursa’dan Selçuklu başkenti Konya’ya yolculuğun gece boyu süreceğini ifade ederken Bursa’yı anlatacak kelimelere geldi sıra:

Osmanlı, Uludağ, Ulucami, kestane şekeri, İskender…

İlave:

1-Yol arkadaşlarım, iki günlük gezimizde çok uyumluydular. Gezinin organizasyonunda ve benim geziye katılmama sebep olan beyefendi kişiliği ile tanıdığım Yunus Koç’a ve onun hanımefendi eşi Ayşe Koç’a çok teşekkür ediyorum. Gerçekten güzel bir gezi oldu. Güzellikteki en büyük pay Koç ailesine ait olduğunu da vurgulamak istedim.

2-Gezi esnasında tanıdığım insanlardan dikkatimi çeken bir başka aile de Biçer ailesinin dört kardeşiydi. İslam hukuku doktora öğrencisi Ayşe Biçer (abla) ve üç kardeşi gezi boyunca örnek bir birliktelik yansıttılar. Ömür Boyu bu güzelliklerinin bozulmamasını dilerim…

3-Hasan Bey ve çok şeker kızı Zehra, otobüsün maskotu Zeynep Bebeği ve diğerlerini de burada anmak istiyorum.

4-İki gün bizleri barındıran İnegöl İlim Yayma Cemiyeti Yurdu yetkililerine teşekkür.

5-Bize otobüs tahsis eden Osmangazi Belediyesine ve rehber İlhami Gözgeç’e teşekkür.

6-Kestane Şekeri, Bursa deyince ilk gelen tatlardandır. Bursa’da kestane şekerinin ünlenmesinin nedeni Bursa’nın kestanelerinin iri olmasıymış. Akdeniz ve Avrupa ülkelerine özgü bir tat olan kestane şekerini Bursa’ya Yugoslavya-Manastır doğumlu Ali Şakir getirmiş. Günümüzde Bursa, kestane şekeri ihraç eden bir merkez olmuştur. Bursa’da kestane şekeri tattık. Yalnız ucuz sayılmayacak kadar da pahalı. 25 TL den 50 TL’yekadar fiyat görünce şaşırdım. O şaşkınlıkla da hediye olarak kestane şekeri alma imkânım olmadı.

Duran Çetin

www.durancetin.com


Yorumlar - Yorum Yaz
Köşe Yazıları
SÖYLEŞİ VE İMZA
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam15
Toplam Ziyaret324333