
Duran Çetin
durancetin@hotmail.com
Mardin Gezi Yazısı
20/12/2025 Mardin Midyat’ın o sarı sıcak, dantel gibi işlenmiş taş konaklarına
veda edip, direksiyonumuzu uçsuz bucaksız Mezopotamya ovasının kenarından
süzülen yola kırıyoruz. Midyat’tan Mardin’e giden yol, sadece asfalt bir şerit
değil; sanki zamanın içinden geçen bir koridor. Sağımızda ve solumuzda uzanan o
kadim ova, binlerce yıl boyunca kaç medeniyete beşiklik ettiğini fısıldıyor
tekerleklerin sesine. Ve nihayet, o geniş düzlüğün bittiği yerde, bir dağın
yamacına, bir kartal yuvası gibi tünemiş o efsanevi silüet beliriyor: Mardin. Mardin’e yaklaşırken gördüğünüz manzara karşısında frene
basıp sadece izlemek istersiniz. Çünkü karşınızdaki bir şehir değil dağın
bağrına oyulmuş devasa bir taş anıttır. "Gündüz seyranlık, gece
gerdanlık" denilen bu masal şehrine, tekerleklerimiz değdiği an, bambaşka
bir aleme kapı aralıyoruz. Taşın Destanı Mardin Midyat’ın zarif ve süslü görüntüsünden sonra Mardin, bizi
daha mağrur, daha heybetli ve baş döndürücü bir vakarla karşılıyor. Arabamızı
Eski Mardin’in girişine bırakıp, tarihin kalbine doğru yürümeye başlıyoruz.
Çünkü bu şehir adımların ve yüreklerin şehridir. Mardin’in ana caddesine adım attığınızda, başınızı ne yana
çevireceğinizi şaşırırsınız. Bir yanınızda dağın dik yamacına yaslanmış,
birbirinin manzarasını asla kapatmayan, saygı ve zarafet timsali taş evler;
diğer yanınızda ise denizi olmayan bir okyanus gibi uzanan Mezopotamya Ovası... Abbaraların Gizemli Dünyası Mardin sokakları düz bir çizgide ilerlemez; sizi alır,
kıvrıla kıvrıla kendi gizemli dünyasına çeker. Bu sokakların en karakteristik
imzası ise Abbaralardır. Evlerin altından geçen bu tünel-geçitler,
sadece bir mimari çözüm değil, ışıkla gölgenin dans ettiği sahnelerdir.
Kavurucu güneşten kaçıp bir abbaranın serinliğine sığındığınızda, yüzyıllar
önce buradan geçen dervişlerin, tüccarların ve askerlerin ayak seslerini
duyarsınız sanki. Her sokak bir sürprize gebedir. Bir köşeyi dönersiniz,
burnunuza keskin bir sabun kokusu çalınır; Bıttım ve Menengiç sabunları...
Diğer köşeyi dönersiniz bakırcıların çekiç sesleri, Süryani ustaların gümüşe
vurduğu tıkırtılara karışır. Mardin Ulu Cami Mardin’e hangi yönden yaklaşırsanız yaklaşın, şehrin tam
kalbine tepeye tutunmuş bir kartal gibi yerleşen Ulu Cami sizi o asil vakarla
çağırır. 12. yüzyıldan beri aynı sessizlikle "Ben buradayım!" der.
Günün her saati güneşin açısına göre bambaşka bir renge bürünen bu yapıya
ulaşmak için dar sokaklardan yukarı tırmanırsınız. Yorgunluğunuzun zirveye ulaştığı anda, bir dönemeçten sonra
avlu tüm ihtişamıyla önünüzde belirir. Asırlık bir çınar, gölgesinde serinleyen
bir şadırvan ve taş duvarlarda yankılanan suyun sesi... Sanki cami, kendi
kendine zikretmektedir. Kapıdan içeri adım atıldığında dış dünyanın gürültüsü
biter; geriye sadece taşların fısıldadığı derin bir huzur kalır. Başınızı kaldırdığınızda, Artuklu ustalarının ellerinden
çıkma o eşsiz taş işlemelerle karşılaşırsınız. Kubbenin petek süslemeleri,
mihrabın etrafındaki ince ince oyulmuş ayetler; her biri bir nakış, bir duadır.
Dantel gibi işlenmiş mihraba yaklaşır saygıyla bakarsınız. İçerideki birkaç
kişinin sessizliğinde, Allah'ın (cc) huzurunda huzuru soluklar, caminin manevi
atmosferiyle dinlenirsiniz. O an anlarsınız: Ulu Cami sadece bir cami değil, Mardin'in
taş olmuş kalbidir; taş olmuş tarih, taş olmuş medeniyettir. Şehrin silüetine
baktığınızda, İslam sancağını dalgalandıran o dilimli kubbesi ve minaresi
gökyüzüne "Allah (cc) birdir" diye haykırırken, biraz ötede yükselen
çan kulelerini kucaklar. Bu şehirde taş, sadece bir bina malzemesi değil;
inancın, hoşgörünün ve birlikte yaşama kültürünün sertleşmiş halidir. Zira Ulu
Cami, sadece Mardin’e değil, gelen her kalbe bin yıllık bir hoş geldin ile bakmaktadır. Sarı Taşın Fısıltısı Ulu Cami’nin manevi coşkusundan ayrılıp ara sokaklara
daldığınızda, Mardin’in asıl mimari sırrı ortaya çıkar: Mezopotamya Ovası’na
nazır duran, o meşhur evler. Şehir, adeta bir merdivenin basamakları gibi,
hiçbir evin diğerinin manzarasını kesmeyeceği şekilde, yamaç boyunca
sıralanmıştır. Bu evler, yöreye has, kolay işlenen ancak zamanla sertleşen sarı
kalker taşından inşa edilmiştir. Bu mimari yaklaşım sadece estetik değil, aynı zamanda
iklimsel bir çözümdür. Evler, dışarıya karşı nispeten kapalı, kalın taş
duvarlara sahiptir; bu sayede yaz sıcağı dışarıda tutulur ve kışın sıcaklık
korunur. Evlerin kalbi olan geniş iç avlular (hayat) ise serinliğin ve
mahremiyetin kaynağıdır. Dışarıdan sade görünen bu yapıların iç dünyası, ince bir
zanaatın izlerini taşır. İç mekânlardaki tonozlu odalar, kemerler ve taş
üzerine nakşedilmiş zarif motifler, Artuklu geleneğinin süregelen bir sanat
eseri olduğunu gösterir. Düz damlar ise yaz akşamlarında gökyüzüne
açılan komşuluk ve sohbetle şenlenen birer teras görevi görür. Mardin’de taş,
sadece bir malzeme değil; coğrafyayı, iklimi ve kültürü özetleyen, yaşayan bir
sanattır. Taş Dükkanlar Ulu Cami’nin manevi sükûnetinden ayrılırken, hemen yanı
başımızdan başlayıp şehrin labirentine dalan o meşhur dar sokaklar bizi içine
çeker. Bu sokaklar, sadece geçit değil; yaşamın nabzının attığı, taşın oyularak
dükkâna dönüştürüldüğü gizli dehlizlerdir. Penceresiz bu taş dükkânlar, yüzlerce yıllık ticari
sırrı muhafaza eder gibidir. Mardin’in kendine has sarı kalker taşı,
burada sadece bir duvar değil, tezgâhın kendisi, vitrinin zemini olmuştur. Kimi
dükkândan karanlık ve topraksı menengiç kahvesinin kokusu yayılırken,
kimi bir baharatçıdan safran ve sumak aroması sızar. Bu sokakların en çarpıcı köşeleri ise telkari ustalarının
atölyeleridir. Minik taş kapıların ardında, gümüş; incecik teller halinde
çekilir, burulur ve sabırla işlenerek sanata dönüşür. Buradaki ticaret
gürültücü değil; fısıltılı, saygılı ve sabırlıdır. Her an bir abbaranın
(tonozlu geçit) gölgesine gizlenerek yolcuyu şaşırtan bu sokaklar, bizi tarihin
kuytularında tutmaya kararlı gibidir. Sükûnetten Meydanın Kalabalığına Bir Abbara’nın serin karanlığından sıyrılıp aniden şehrin
ana atardamarı olan 1. Cadde’ye (Cumhuriyet Caddesi) çıktığımızda,
manzara ve atmosfer kökten değişir. Göz hizamızdaki yüksek taş duvarlar ve dar
gökyüzü şeridi geride kalır; sol yanımızda Mezopotamya Ovası'nın nefes
kesen, uçsuz bucaksız manzarası belirmiştir. Bu cadde, dar sokakların o sessiz ve içe dönük ticaretine
tamamen zıt olarak, hayatın daha hızlı aktığı bir yerdir. Modern yaşamın
gereklilikleri ile tarihi dokunun zarafetinin yan yana yürüdüğü bu cadde,
Mardin’in hem geçmişini hem de bugününü taşıyan ana omurgadır. Yol boyunca sıralanan taş binalar, hâlâ o eşsiz mimari
zarafeti taşır, ancak burada daha aydınlık, daha meydan okuyucu bir duruş
sergilerler. Cadde, bizi kaçınılmaz olarak şehrin en hareketli ve kamusal
noktasına, Mardin Meydanı'na doğru taşır. Meydan, tüm bu tarih
katmanlarının, kültürel farklılıkların ve insan hikâyelerinin buluşma
noktasıdır. Bir yanda gökyüzüne uzanan minareler ve kilise çan kuleleri, diğer
yanda günümüzün karmaşası... Bu meydan, Mardin'in kalbinin hem geçmişte hem de
şimdi attığı, tüm yolların kesiştiği canlı bir final sahnesidir. Akşama Doğru Bir Şölen Mardin’in daracık taş sokaklarında saatlerce dolaşınca
insanın midesi kendi kendine “Dur!” diyor. O kadar çok koku, o kadar çok renk
var ki açlık bile tatlı geliyor. Şehrin mutfağı, Arapların baharat
zenginliğini, Türklerin et kültürünü ve Süryanilerin kadim tariflerini aynı
tencerede eriterek insanı çağırıyor. İkindi sonrası “Nereye oturalım?” diye sorarken Revan
restorana karar verdik. Taş merdivenleri indik bir bir. Avludan içeri adım atar
atmaz kendimizi başka bir çağda sandık: Kemerli taş duvarlar, duvar
kenarlarında antika sayılabilecek eski eşyalar… Otantik bir yer. Garsona “Bize Mardin’i yedir.” dedim sadece. Gülümsedi, size
Mardin tabağı öneririm dedi. Kısa süre sonra önümüze gelen tek bir tabak, bütün şehri
özetliyordu: Ortada pirinç pilavı üstü yumuşacık kavurma, etrafında sıralanmış
zengin bir ordu:
Her lokma başka bir hikâye anlatıyordu. Bir ısırıkta Süryani
babaannenin tarifi, bir ısırıkta Arap pazarının kokusu, bir ısırıkta Türk
ocakbaşının ateşi… Yanında bakır maşrapada soğuk ayran. Çıktığımızda yorgunluğu atmış ve dinlenmiştik. Yetkili bana
yemekleri nasıl bulduğumu sordu. Benim için favori tartışmasız mardin
kebabıydı. En az onun kadar güzel bulduğum irok adını verdikleri içli köfte de
kayda değerdi. Diğerleri de iyiydi ama bu ikisini en başa yazdım. Yemeğin
verdiği rahatlık ile hesabı ödeyip çıktık. Mardin’de yemek yemek böyle bir
şeymiş: Bir tabakta üç bin yıllık bir medeniyetin birikimini yemek ve sonra da
sessizce “Elhamdülillah” deyip şükretmek... Mezopotamya Denizi Ve güneş batınca yavaş yavaş ışıklarını yakar. İşte o an, o
meşhur sözün ne anlama geldiğini iliklerinize kadar hissedersiniz: "Gece
Gerdanlık." Dağın yamacına dizilmiş taş evlerin ışıkları yandığında,
Mardin, karanlık bir boşluğun (ovanın) üzerinde asılı duran paha biçilemez bir
altın gerdanlığa dönüştüğünü rahatlıkla hayal edebilirsiniz. Bu hayallerle arabamıza
dönüp bu şehirden ayrılmak zor geliyor. Çünkü Mardin sadece görülen değil,
hissedilen, koklanan ve ruha kazınan bir şehirdir. Dikiz aynasında uzaklaşan o taş
evlere bakarken "Elveda" denmez Mardin’e; ancak "Yine geleceğim,
bekle beni Mezopotamya'nın kartalı" denir. Bekle beni inşallah yeniden
yeni yerleri görmeye geleceğim… |
|
|
Yorumlar |
| Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
| Midyat Gezi Yasızı - 13/12/2025 |
| Burası alelade bir yer değil; sanki usta bir heykeltıraşın elinden çıkmış devasa bir sanat eseri, bir açık hava müzesi. |
| DİYARBAKIR EĞİL GEZİ YAZISI - 05/12/2025 |
| Karşımızdaki alelade bir su değil; insanlık tarihinin başladığı, medeniyetlerin beşiği Mezopotamya’nın çorak topraklarına can suyu taşıyan kadim bir bereket kaynağı. |
| Sessizliğin Kucağındaki Tarih: Kocaköy - 27/11/2025 |
| Yolumuz bu kez Diyarbakır’ın kadim topraklarında, gürültüden ve karmaşadan uzak, kendi içine kapanmış mahcup bir güzelliği barındıran Kocaköy’e düşüyor. Şehrin kalabalığını arkamızda bırakıp ilçeye doğru yaklaştığımızda, bizi ilk karşılayan şey derin |
| DİYARBAKIR GEZİ YAZISI - 23/11/2025 |
| ğleden önce Dağkapı’dan içeri giriyorum. Güneşle parlayan Diyarbakır Surları’nın üzerinde yürümeye başlıyorum. Burası dünyanın uzunluğu ve korunmuşluğu bakımından ikinci büyük suru (Çin Seddi’nden sonra). |
| Güzel Okuldan Güzel İnsanlar Yetişti 1 - 10/08/2024 |
| Çocukken ayrıldım köyümden. Daha yaşım 1o bile olmamıştı. |
| KELAMDAN KALBE - 31/01/2024 |
| Susmak... |
| ELVEDA HAYAT - 23/01/2024 |
| Bir dedem vardı hayat dolu, öldü... |
| DİZİ OYUNCUSU GİBİ - 23/09/2023 |
| Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yüktür. |
| NEDEN DİYE SORMAK GEREKİR - 11/09/2023 |
| Neden? Bunca yolsuzluk neden? Dönen dalavereler neden? |
Devamı |